“İnsanlar, her zaman ya korku veya kin yüzünden saldırırlar.”
Machiavelli, bundan yaklaşık 500 yıl önce kaleme aldığı “İl Principe” adlı eserinde, insanların siyasi hayattaki eylem, davranış ve psikolojileri üzerine oldukça önemli tesbitlerde bulunmuştur. Ve, ısrarla “gerçekleri, olmasını istediğimiz değil, olduğu gibi görüp kabul etmemizi” söylemektedir.
Zaman zaman amaçlara ulaşmak için seçilen araçlann gayr-ı ahlakiliği sözkonusu olsa da, hatta kimi sıra, amacın araca feda edilmesi gerekse de Machiavelli, “uygulanan fakat sözü edilmeyen” bu kanunları açıkça anlatmaktadır.
Türk Milleti, tarih boyunca çok büyük ihanetlerle karşılaşmıştır. Gerek iç, gerekse dış güçlerin tezgahı olan bu ihanetlere, Türk’ü de, müslümanı da alet olmuştur. Ve, bu ihanetler, tamamen vatanın bütünlüğüne, milletin birliğine ve devletin bekasına yönelik olarak gelişmiştir.
İkinci Viyana Kuşatması’nda kaybedilen sadece Merzifonlu Kara Mustafa Paşa’nın kellesi değildir. Keza, Mekke Emiri, İngilizlerden aldığı vaad ve mali yardımlar karşılığında Osmanlı’yı arkadan vurmakla sadece kendi emellerine hizmet etmemiştir.
Bulundukları mevkileri kaybetme korkusunu taşıyan insanların fazilet yolundan sapmaları da, iman ve fikir fukaralarının kabiliyetlerinin üstündeki mevkileri elde etmek için türlü tezgahları çevirmeleri de büyük ihanettir. Şu halde, geçici ikballere, menfaatlerine yenilen insanlar inanç ve dava adamı olamazlar. Çünkü, dava adamı “yüksek vasıflı” olmak mecburiyetindedir. Dava adamları o davanın şartlarını ve gereklerini kendi kişiliklerinde yaşamazlarsa, o davayı bir adım öne götürmeleri mümkün değildir.
Dava adamı, en olumsuz şartlarda dahi safiyetini, sadakatini ve fedakarlığını eksiltmeyen, yozlaşmayan, inançlarını yaşamakta sonuna kadar kararlı olan kişidir. Her devrin adamı olamayacakları gibi, “her yolu mübah görme” gibi bir eğilimlerinin olması da mümkün değildir.
Şahsiyetini bulamamış, karakteri bozuk, “nefsinin kölesi” durumundaki kişiler, bulundukları her yerde olumsuzlukların, başarısızlıkların sebebidirler. Bu türlü kişiler, kontrol edilip, tesirsiz hale getirilmedikleri takdirde, taşıdıkları sıfatın layığı olmadıkları halde, bir de “bütünü temsil etmek” gibi bir iddia ile ortalıkta, telafisi mümkün olmayan hatalar yaparak “bütünü gözden düşürecek”, “iç çalkantılara sebep olabilecek” ortamları yaratabilirler.
Bu bakımdan, davasının mesuliyetini müdrik insanlara büyük görevler düsmektedir. Daima çalışmak, gayret gösterip ilerlemek diğer taraftan da “olanı muhafazaya” itina göstermek… Binlerce şehidin kanı, beyinlerin ürünü, fedakarlıkların neticesi olan “erişilen nokta”, ne surette olursa olsun kimseye istismar ettirilmemeli, “fethedilen kaleler asla geri verilmemelidir.”
Meseleye genelde siyaset açısından bakacak olursak: Bir takım insanlar, küçük hesaplar peşinde koşabilirler. Bilerek veya bilmeyerek kendilerini ve çevrelerinde bulunanları yanlış istikametlere sürükleyebilirler. Zaman zaman karakterlerindeki zaafları tamamen ortaya döküp, meşreplerinin gereğini pervasızca yapabilirler. Fakat, siyaset üzerindeki nokta kadar lekeyi bile gösteren beyaz kağıda benzer, Bu bakımdan hiç kimse, hakkı ve yetkisi olmayan bir şekilde ayıpları ve hatalarıyla siyaseti lekelememelidir. Aynı inancı paylaşanlar da, buna müsaade etmemelidirler. Her Ülkücü, inançlarının şerefini korumalıdır.
Recep Küçükizsiz
(Yayın.259 – 2005-06-17,15:13:56)