YARALI KÜHEYLAN

“Tartışmayı Tartışmak”, “Hüzün Yazıları”, “Erguvan Uğultusu”, “Eylül’ün Kırdığı Gül” „Çocuklar Vatanında Büyüsün” gibi adlarıyla dahi dikkat çeken kitaplarından tanıdığımız, şair ve ciddi bir aydın olduğunu bildiğimiz Sayın Olcay Yazıcı’nın son günlerde Türk Edebiyatı Vakfı tarafından iki eseri daha yayınlandı. Bunlarsan birisi “Nemrut Ateşi” diğeri “Yaralı Küheylan”dır.

Kültür hayatımıza renk getiren “Nemrut Ateşi”, bugüne dek yapılmamış, ama yapılması gereken aydınımızın eleştirisidir. Aydınımıza kendisini gösteren bir turnusol kağıdıdır. Zalimin zulmüne nasıl yardım ettiklerini, bir başka söyleyişle Nemrut’un ateşine hangi iştiyakla odun taşıdıklarını merak edenler bu değerlendirme kitabını okumalıdırlar. Vicdanı teşekkül etmeyen bir insanın aydın olamayacağını, engin bir birikimin ve cömertçe harcanan emeğin ürünü olan bu eserde bulabilirler.

Yazıcı, sadece eleştirmekle kalmıyor, bilgeliğiyle nasıl aydın olunacağının yolunu da gösteriyor: “…İnsanın yol haritası beşeri sistemler, dünyevi hırslar değil, uyarıcı kutsal metinler ve evrenin yaratılışından beri süregelen mistik tecrübeler olmalı.” Bu cümleden de anlaşılacağı üzere aydın önce vicdan sonra beyinle olunacağını ortaya koymuştur. Vicdan bize başkalarını, beyin ise kendimizi düşündürür. Vicdanı teşekkül etmeyen aydının canavar kesileceğinin, nefsinden başka hiçbir şey düşünmeyeceğinin, ihtiraslarını tatmin için cemiyette herhangi bir değer bırakmayacağının altını çizmektedir.

Yükselen feryadın yine bu zümre tarafından değerlendirilmesinin de ayrı bir felaket olduğu satır aralarından anlaşılmaktadır. Feryat eden hiç değilse, içindeki yangını dışarıya salar; ağzının kapatılması onun için ayrı bir cehennem olur. Bu durumdakilerin acısını elde viski kadehiyle beş yıldızlı otellerin salonlarında yaşayanlar duyamazlar; ancak onları Olcay Bey gibi antenleri toplumun bütün katmanlarına ulaşan yürek sahibi insanlar duyarlar.

“Yaralı Küheylan” ise bizim hikayemiz, daha doğrusu dramımızdır. Cumhuriyetimiz kurulduğunda belediyeliklerde yaşayanlar herhalde nüfusumuzun yüzde onu kadarıydı. Şimdilerde yüzde altmışlar civarında olduğuna göre nüfusumuzun hemen hemen yarısı köylerde doğmuş, ama şehirlerde hayat hakkı arıyor.

İlk hatıraların dokunduğu yerlerden, ana kucağından ayrılmak yüreğinin farkında olanlar için gerçekten zor bir olaydır; ama zaruretler insanımıza neler dikte ettirmiyor. Bu gurbeti ruhsuz kalabalıkların nasıl çekilmez hale getirdiğini o lirik üslubuyla ne güzel anlatmaktadır:

“Selamlar ana… Selamlar, bir ruhun çığlığını, hasret tüten yalnızlığını, bir sese, bir gülüşe, bir duaya, seven bir bakışa olan susamışlığını yüzlerce kilometre öteye taşır mı bilmem.” Ömrü gurbette geçenler “Yaralı Küheylan”da anlatılanlarla örtüşen çok şey yaşadıkları için büyük bir zevkle bu eseri okurken mutlaka gözkapaklarının altında devamlı tatlı bir sıcaklık hissederler. Olcay Yazıcı ruhsuz yığınlara teslim olmuyor, soylu bir direniş sürdürüyor: “Erdemlerimle var olacağım, yenemeyeceksin beni ey şehir.”

“İnsanlar, uzaktan güzel! Keşke onları yakından hiç tanımasaydım.” cümlesi hayatımızın özünü, hüsranlarımızı yansıtmıyor mu? Elimizi vicdanımıza koyup hüküm verelim; ünlü tanıdıklarımızdan, ününe layık bulduğumuz bir elin parmaklarını geçer mi? Bu durum sadece bize has değildir; Almanlar bu gerçeği şöyle ifade ederler: “Dahi, cücenin uzaktan görünmesidir.”

Cemiyeti, başkalarını eleğe koyup sallayan Olcay Bey, “Sütten çıkmış ak kaşık” olarak kendini beğenmiyor; kendisini de acımasızca eleştiriyor: “Suç sende! Uçları, aşırılıkları sorgulaman doğru mu? Hele bir kendi kalbini yokla bakalım? Ne göreceksin orada? Önce kendin, iyi insan, erdemli insan tanımına uyuyor musun?”

“Sultanahmet Camii’nin kalem uçlu minareleri, yerin ızdırabını gökyüzüne iletiyordu sanki” diye çığlık atan Yazıcı, her şeye rağmen iyimserliği elden bırakmıyor; çünkü yetişen nesillerin ekmek kadar buna ihtiyacı var: “Yangınlar, yıkıntılar ortasında, diri bir kardelen gülümsedi zamana.”

Mehmet Niyazi Özdemir

Kitapları temin etmek için: „TÜRK EDEBİYATI VAKFI” – Divanyolu Cad. No:14 Sultanahmet/İstanbul
Tel. (0212) 526 16 15 veya 527 50 32  Faks. 513 77 49

(Yayın.263 – 2005-06-21, 09:36:37)

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir