UNUTULMUŞ BİR TURAN SAVAŞÇISI

O sadece fırtınalar değil, dünyayı allak bullak eden tayfunlar içinde yaşadı, bütün ömrü boyunca Türklüğe hizmet etti. Ve her fani gibi bir gün sessizce öldü; kimse onu bilmedi, bilenler de anlatmadı, yazmadı. Ama tarih ve vicdan bazı şeyleri kaydeder ki, zaman her şeyin ilacıdır. Bu büyük millete karşılık beklemeden hizmet edenlere selam olsun.

ALİMCAN İDRİS (1887-1959)

1 Mayıs 1887 tarihinde Sibirya’nın Kızılcar (Kızılyar, Petropavilski) şehrinde, büyük çiftlik sahibi olan Kazanlı bir Tatar ailesinin ilk çocuğu olarak dünyaya geldi. İsmail Gaspıralı’nın Tercüman Gazetesi okunan, anne ve babanın eğitimli ve kültürlü olduğu bir evde büyüyen Alimcan İdris, ilk tahsilini memleketinde yaptı. Daha sonra yüksek eğitim almak ve Arap-Fars edebiyatını, felsefeyi ve eski felsefecileri daha iyi öğrenmek için 1902 senesinde Buhara’ya giderek buradaki Mir Arap Medresesi’ne kaydoldu. Tahsil için gittiği Buhara’da altı yıl kaldı. Burada Ceditçilere katıldı ve bu vesileyle Sadreddin Aynî gibi tanınmış bir çok tarihi şahsiyetle tanışıp birlikte çalıştı. Bu arada Arapça ve Farsça yanında bütün Türk lehçelerini de mükemmel bir şekilde öğrenmişti.

Buhara’da iken Mukim Beyican, Abdürrauf Fıtrat, Golceli (Gulcalı) Abdülaziz ve Ahmetcan Mahdum ile birlikte Turan Neşri Maarif Cemiyeti’ni kurdular. Buhara Emiri Alim Han’ın kendi saltanatını tehdit eden bir faaliyet olarak gördüğü bu derneği yasaklayınca, arkadaşları ile birlikte gizlice, çok ağır şartlar altında yılmadan bıkmadan, Cedit eğitimini yayma ve desteklemeye çalıştı. Bu arada istikbal vadeden talebeleri de İstanbul’a gönderiyorlardı.

1907’de kendisi de İstanbul’a geçerek burada Darül Fünun’a kaydolup dört sene felsefe ve ilahiyat ilimleri tahsiline devam etti. 2. Meşrutiyetin ilanından sonra dört kez şeyhülislamlık görevine getirilen Musa Kazım Efendi’den Kuran ve hadis dersleri gördü. Ayrıca Ahmet Mithat Efendi’den de umumi tarih üzerine dersler aldı. Eğitimi sırasında, İslam dininin daha iyi anlaşılması için din eğitiminde yenilikleri öngören düşüncelerinin bir kısmını 1909 yılından itibaren Sırât-ı Müstakim dergisinde yayınladı. “Dârül Fünûn’da Tedrisat”, “Buhara’da Tahsil”, “Islah-ı Medâris Hakkında” ve “Hutbelere Dair” başlıklı makaleleri bu meyandadır.

1910 yılı yaz ayında Alimcan İdris, kitap ve harita gibi bazı basılı malzeme ve materyaller almak üzere Beyrut’a gitti. Orada daha 1853-54 yıllarında Fransız misyonerliği yapan Cizvit papazlar tarafından kurulmuş olan İseviye (Yesuiye) Matbaası’nı ziyaret etti. O yıllarda faal vaziyette 26 matbaası olan, 8’i Arapça-Türkçe, 34 gazete ve derginin yayınlandığı Beyrut, Ortadoğu’nun en büyük kitap ticaret merkeziydi.

1911 yılında İstanbul’da, arkadaşları ile Buhara’daki Turan Neşr-i Maarif Cemiyeti’nin bir şubesini açarak tahsil yapmak gayesi ile Hive ve Buhara’dan İstanbul’a gönderilen öğrencilere sahip çıktılar. Bu cemiyet Osmanlı Devleti’nde “Turan” adını kullanan ilk cemiyet olup amacı tüzüğünde: ”Asr-ı hâzır ulûm ve fünûnunun akvâm-ı Turâniyye arasında neşr ü intişârına ve fikr-i ictimaîlerinin tenmiye ve tekâmülüne, sanat ve ticaretlerinin zaman-ı hâzırın icap ve muktezâsına göre inkişaf ve tevsiine, adâp ve fazâil-i hakîkiyye-i İslâmiyyenin muhâfazasına ve Kur’ân-ı Kerim’in emir ve buyurduğu uhuvvet ve muâvenet-i İslâmiyyenin beyne’l-İslâm hakkıyla teessüsüne bir sûret-i muntazamada çalışmaktır.” şeklinde belirtilmişti.

1911 senesinin sonlarında mezuniyetini müteakip Rusya’ya geri dönerek Ural bölgesindeki Orenburg’da bulunan Hüseyniye Medresesi’nde müderris olarak göreve başladı. Oradayken tertip edilen bir öğretmenler seminerine katıldığı gibi İstanbul’dayken yolladığı makalelerini yayınlayan Orenburg’taki “Şura Dergisi”ne orada kaldığı sürece de yazılar verdi. Ayrıca, 5 Mart 1913 tarihinde Romanov hanedanının 300. yılı münasebetiyle ilan edilen bayram kutlamaları sırasında düzenlenen at yarışlarını izlemek üzere arkadaşı Abdülaziz Efendi Rahimof ile Kargalı’ya gitti.

Kısa bir süre sonra tekrar İstanbul’a döndü ve doktorasını yapmak üzere Belçika’ya giderek Liege (Lüttich) Üniversitesi’ne başladı. Ardından İsviçre’nin Lozan şehrine geçti. Burada ilk aylar, yabancılar için tahsis edilmiş bir ticaret okulunun bünyesindeki dil kursuna katılıp yetecek kadar Fransızca öğrendikten sonra Batı felsefesi ve ilahiyat okumak üzere Lozan Üniversitesi’ne başladı. Belçika ve İsviçre’de kaldığı sıralar Almanca ve Fransızcayı buralardaki yayınları okuyup anlayacak kadar öğrenmişti. Yine buradayken Şura Dergisi’ne yazı göndermeye devam ediyordu. 1.Dünya Savaşı başlayınca 1914 yılı sonunda mecburen İstanbul’a geldi.

Bir müddet İstanbul’da çıkan Türk Yurdu Dergisi’nde Başredaktör yardımcısı olarak çalıştı. Bu arada dergide “İsmail Bey Hakkında Küçük Bir Hatıra”(S.74), “Ramazan” (S.88), “Musa Carullah Efendi Bigi”(S.89) gibi makaleleri yayınlandı. Sebilürreşat’a da makaleler gönderiyordu.

Almanlar, 1. Dünya Savaşı sırasında Rus, İngiliz ve Fransızların sömürgelerinden toplayarak kendilerine karşı savaştırdıkları çok sayıda Müslüman askeri esir almıştı. Sayıları ve durumları değerlendirildikten sonra bunların diğerlerinden ayrı kamplarda toplanıp, bunlara yönelik yapılacak bir propaganda ile saf değiştirmelerinin mümkün olabileceği planlanmıştı. Bu planı incelemek ve esirleri görmek amacıyla içlerinde Mehmet Akif Ersoy, Abdülaziz Çaviş, Abdürreşit İbrahim, Şeyh Salih Et-Tunusi, Halim Sabit’in da bulunduğu bir heyet 1914 yılı sonunda Osmanlı devleti tarafından vazifeli olarak Berlin’e gönderildi. Heyettekiler, burada üç ay kadar kaldılar ve planı inceledikleri gibi müslüman esir askerlerle de görüştükten sonra 1915 yılı Mart ayı başlarında İstanbul’a döndüler.

Artık, Alman-Osmanlı ortaklığıyla yürürlüğe konacak olan bu plan gereğince diğer Alman esir kamplarındaki müslüman askerler de Berlin’in güneyindeki Halbmond ve Weinberg kamplarına sevk edileceklerdi. Bu arada İstanbul’dan kamplarda görev yapacak propagandacılar, dinî müşavirler de gönderilmeye başlandı.

Alimcan İdris, 1915 senesi Eylül ayında, Teşkilat-ı Mahsusa tarafından esir kamplarındaki Müslüman askerlere imamlık yapmak üzere görevlendirilerek önce -bugün, Çek Cumhuriyeti hudutları içinde olan- Eger (Cheb) Esir Kampı’na yollandı. Buradaki müslüman esirlerin henüz sevkleri yapılmamıştı. Müslüman esir askerlerin bulunduğu Berlin yakınlarındaki Zossen şehri hudutları içindeki Halbmond ve Weinberg kamplarında ise Şeyh Abdürreşit İbrahim Efendi ve Muhammet Kazakov gibi tanınmış şahsiyetler görev yapıyorlardı.

Bahse konu olan plan uygulamaya konulunca esir kamplarındaki müslüman askerlere misafir muamelesi yapılmaya başlanmış ve en önce dini serbestlik sağlanmıştı. Hatta Alman devleti tarafından esir kampında ahşap bir de cami inşa edildi.

Görevli din adamları da esir askerlere, İslam’ın içinde bulunduğu büyük tehlikeden bahsedip İstanbul’daki İslam halifesinin “Hilafet-i İslâmiyeye hücum ve düşmanlıklarını izhar ve isbat eden kafirlere karşı Cihad-ı Ekber ilan ettiğini” haber vererek, onları yoğun bir şekilde Rus, İngiliz veFransızlara düşmanlığına kışkırttıkları gibi isteyenleri de bu kafirlere karşı Osmanlı ordusu saflarında savaşmak üzere cepheye göndereceklerini söylüyorlardı. Kampın duvarlarına Halifenin tasdiklediği “Cihat Beyannamesi” asılmıştı. Böylelikle esir askerler, Osmanlı Devleti ve dolayısıyla da Almanya tarafına kazandırılıyordu. Plan başarılıydı. Osmanlı üniformasıyla İngilizlere karşı savaşmak isteyen 1000 kadar gönüllü asker çıkmıştı.

Bu planın, -belli bir eğitimden geçirilenlerden seçilerek memleketlerine dönmeleri sağlanacak olanların, oralardaki müslümanları ayaklandırmaları gibi- uzun vadeli bazı hedefleri de vardı, Bunların bilhassa Kafkasya ve Orta Asya’daki memleketlerine gittiklerinde cihad ilanını kendi halklarına duyurmaları amaçlanmıştı. Nitekim İstanbul üzerinden memleketlerine gönderilecek olan bu Araplar, Hintliler ve Rusya Türkleri için kendi dillerinde broşür ve beyannameler hazırlanmıştı.

Çoğunluğu Türk asıllılardan oluşan bu 1000 kadar gönüllü asker 1 Mayıs 1916 tarihinde ASYA TABURU adı altında silahlandırılarak İstanbul’a gitmek üzere Zossen’den trenle yola çıktığında başlarında Şeyh Abdürreşit İbrahim Efendi ve Alimcan İdris bulunuyordu. 8 Mayıs’ta İstanbul’a vardılar. Bir müddet İstanbul ve çevresinde misafir edildikten sonra Asya Taburu Eylül ayında İngilizlere karşı savaşmak üzere Irak Cephesi’ne Bağdat’a gönderildi. Haydarpaşa’dan Cerablus’a kadar trenle, sonrasını ise Fırat nehrinden gemilerle katederek cepheye ulaştılar. Savaş sırasında bunların bir kısmı şehit oldu, bir kısmı da İngilizlere esir düşerek Hindistan’daki esir kamplarına gönderildiler.

Şeyh Abdürreşit İbrahim Efendi, bu seyahatin sonunda İstanbul’da kalınca Alimcan İdris, onun yerine Wünsdorf’ta görevlendirildi ve 1. Dünya Savaşı savaş bitene kadar da burada imam olarak çalıştı. Alimcan İdris, kampta daha önce Şeyh Abdürreşit İbrahim Efendi tarafından çıkarılmaya başlanan “El Cihad” isimli bir dergiyi bu kamplar kapanana kadar yayınlamaya devam etti. Bu arada kampta, esir Tatarlar için bir kütüphane oluşturduğu gibi Almanca öğrenmeleri için de kurslar açtı. Ayrıca, el sanatları atölyeleri kurdu.

1918 yılının sonlarına doğru, daha önceden esir kamplarında posta kontrolörü olarak çalışan Kemalettin Bedri ve iki arkadaşı ile birlikte “Rusyalı Müslüman Üniversite Öğrencileri Yardımlaşma Derneği”ni kurdu. Bu dernek, Alman makamları tarafından resmen tanınmadıysa da faaliyetlerini sürdürdü ve özellikle de kamplarda vefat eden 400 kadar Tatar esirin mezar taşlarını yaptırdı.

Alimcan İdris, 1919 yılında Tatarca “Janga Turmysch” ve “Kitschirek Dschuatkytsch” (edebiyat ve folklor) dergilerini çıkardı. Bir taraftan da Berlin’de bir cami yapılması için büyük gayretler sarf ediyordu. 1919 yılı sonlarında Kemalettin Bedri ile birlikte henüz esir kamplarında yaşamakta olan Tatarlara hitap eden Anti Sovyet ve bağımsızlık temalarını işleyen “Tatar İli” isimli bir dergi çıkarmaya başladı.

1921 senesinde bütün esirler ülkelerine gönderilirken, o da bir grup Tatar esir ile birlikte Kazan’a dönmek istedi. Ancak, yolda Smolowski şehrinde Kızıl Ordu tarafından yakalanarak tutuklandı. Kapatıldığı cezaevine Türkiye Türklerinden komünist biri yetkili olarak tayin edilip göreve başlayana kadar çok kötü şartlar altında hapis yattı. Bu şahısla samimiyetini ilerletti. Bu şahıs, yardımcı olmak için Alimcan İdris’i, hapishaneye geri dönmesi şartıyla zaman zaman serbest bırakıyordu. Bu serbest kalışlarında Moskova’ya kadar giden Alimcan İdris, burada yaşayan Kazanlı Aşaratov ailesinin yardımıyla Alman ve Türk Sefaretleri ile temas kurdu ve ilgilileri durumundan haberdar ederek yardım istedi. Alimcan İdris, kısa bir süre sonra “yanlışlık olmuş” denilerek serbest bırakıldı.

Berlin’e dönen Alimcan İdris, 1922’de Buhara Emirliği Sefarethanesi’nde Kültür Ataşesi olarak çalışmaya başladı. Bu arada Orta Asya’dan gelen üniversite öğrencilerinin Almanya’da kalabilmeleri için gerekli izinleri çıkarıyordu.

1924 yılında Kazanlı tanınmış ailelerden birine mensup olup Kazan’da tıp tahsili yapmak imkanı olmadığı için hukuk öğrenimini yarıda keserek Berlin’e gelen Şemsülbenat Hanım (1975’de öldü) ile tanışarak evlendi. Bu evlilikten İldar ve Orhan isminde iki oğlu ile Gülnar (1997’de öldü) adını koyduğu bir kızı oldu.

1926 yılında Berlin’de “İslam İbadet Cemiyeti” adı altında bir organizasyon kurarak Müslüman ülke büyükelçiliklerinin himaye ve yardımlarıyla bu şehirde bir ibadethane açmayı başardığı gibi daha sonra da buranın camiye çevrilmesi için çok çalıştı. Aynı zamanda Wünsdorf Esir Kampı’ndaki camiyi de yaşatmaya çalışıyordu.

1927-1930 yılları arasında Finlandiya ve Estonya’da yaşayan Tatar cemaatine din dersleri vermek için Musa Carullah Bigi ile bu ülkelere birçok kereler seyahat etti.

1933 yılında hazırladığı “Bir Müslüman Hangi Etleri Yiyebilir?” isimli Tatarca broşürü Berlin’de bastırarak dağıttı. Aynı yıl Almanya Dışişleri Bakanlığı’nda danışman olarak çalışmaya başladı. Bu arada Adolf Hitler’in Kavgam isimli kitabını Farsça’ya tercüme etti.

1937 yılında Dışişleri Bakanlığı’na bağlı radyoda göreve başladı. Burada Arapça propaganda konuşmaları yapıyordu. 1939’dan itibaren Türkçe yayınlar bölümünün yöneticiliğini de üstlendi. 2. Dünya Savaşı yıllarında Alimcan İdris, Alman Dışişleri Bakanlığı’nın emrinde çalışıyordu.

İdris ailesi savaş sonrası yıllarda Almanya’da çok zor günler geçirdiler. 1948 yılında Mısır’a giderek Kahire’ye yerleşmeye karar veren Alimcan İdris, bu seyahat için gerekli pasaportları temin etmek için gizlice Afganistan’a gitti. Burada, Dışişlerinde görevli olan eski bir dostu vasıtasıyla ailesine pasaport alan Alimcan İdris, tıp tahsili yapmakta olan büyük oğlunu Almanya’da bırakarak Kahire’ye yerleşti.

Kahire’de geniş bir dost çevresi bulan Alimcan İdris, burada imamlık yapmaya başladı. O sıralar, sağlığı bozulduğu için Kahire’ye gelen dostu Kazanlı alim Musa Carullah Bigi ile de ilgilendi. Musa Carullah’ın durumunu Kadı Abdurreşit İbrahim Efendi’nin kızı Fevziye Hanım ile birlikte, daha önce Mehmet Akif Ersoy’u da himaye etmiş olan Hidiv Tevfik Bey’in kızı Prenses Hatice Hanım’a aktararak bu hanımın, annesinin Mısru’l Kadim’de yaptırdığı kimsesizler huzurevinde Musa Carullah’a, doktorlu ve hizmetkarlı bir oda tahsis ettirmesini sağladı. Musa Carullah Bigi, 28 Ekim 1949’da bu odada vefat etti. Alimcan İdris’in küçük oğlu Orhan da bu sıralar ekonomi tahsil etmek için Amerika’ya gitti.

Bir müddet sonra Mısır’dan Suudi Arabistan’a geçerek kralın yanında müşavir olarak çalışmaya başlayan Alimcan İdris, ailesiyle birlikte Riyad’a yerleşti. Gözleri katarakttan rahatsızlanınca ameliyat olmak için 1959’da Münih’e geldi. Yattığı hastanede mikrop kaptığı için kısa bir süre sonra prostat iltihaplanmasından vefat etti. Cenazesi, Münih Waldfriedhof mezarlığına defnedildi.

O vatanı için çalıştı milletine hizmet etti. Ama ömrünü vakfettiği vatan topraklarına olan hala hasreti sürüyor.

Recep Küçükizsiz

Recep Küçükizsiz, Adanalı olup ilk ve ortokulu memleketinde okudu. Adana Erkek Lisesi'nde başlayan lise tahsilini Kadirli ve Antakya'da okuyarak tamamlayabildi. Ülkücü olduğu için 3 kez hapse girdi. 12 Eylül darbesinden sonra tutuklanıp MHP ve Ülkücü Kuruluşlar Davası'nda yargılandı. Alparslan Türkeş ile birlikte idamı istenen 220 ülkücüden birisiydi. Mamak Mahkemeleri'nde "iki idam, bir müebbet hapis" cezasına çarptırıldı. Adana, Mamak, Gaziantep, Bursa, Bayrampaşa gibi cezaevlerinde 11 yılı aşkın hapis yattı. Cezaevinde İktisat fakültesini bitirdi. 1991 senesinde, "Şartlı Salıverme Kanunu" gereği serbest bırakıldıysa da Yargıtay'ın "her idam cezası için 10 yıl yatılacak" şeklindeki kararı üzerine Almanya'ya iltica etti. Uzun yıllar Avrupa Türk Federasyonu'nda yönetici olarak görev yaptı. Evli ve dört çocuk babasıdır. 2000 senesinde çıkarılan ve kamuoyunda "Rahşan affı" olarak bilinen kanundan "Cezaevlerinde yatan üç-beş çapulcu için hükümeti bozamam" diyerek Ülkücülerin faydalanmasını engelleyen Devlet Bahçeli'ye tepki olarak Yusufiyeliler Hareketini başlatıp, haksız bir şekilde cezaevlerinde yatmakta olan arkadaşlarının sesi oldu.

1 Comment

  • Bu makale Recep Küçükizsiz tarafından, 2000 yılında başlayıp dört yıl süren uzun soluklu bir araştırma neticesinde topladığı bilgiler kısmen kullanılarak yazılmıştır.

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir