Meşhur bir atasözümüz vardır: „Dağ dağa kavuşmaz ama insan insana kavuşur.“ … Ben de geçen gün, Fahrettin Demirağ ile karşılaştım. Bu ismi, MHP ve Ülkücü Kuruluşlar Davası sanıkları iyi tanır. Tabii ki, bu sanıkların yakınları da… Mustafa Mit ile birlikte İzmir Caddesi’ne doğru çıkarken, Mahir Damatlar’ın sesini duyduk ve durduk. Yanında bir askeri hakimle bize doğru geliyordu.
Yakınımıza gelince, askeri hakimin bizim davanın iddianamesini ve mütalaasını hazırlayan Askeri Savcı Fahrettin Demirağ olduğunu gördüm. Ne günlerimiz geçmişti Demirağ ile… Tutuklandığımda, “ek ifade” için önüne çıktığım zaman neredeyse „Niye mahkemede savcılık ifadesini değiştirdin?“ diye beni makamında dövecekti. Bir de mahkemede nahoş bir hadise olmuştu. Ben, mahkeme heyetine savcılık raporu ile iddianamesi arasındaki çeliskiyi açıklayınca o anda savcılık makamında bulunan Demirağ, beni tehdit ederek, „Sana sorarım“ dercesine başını sallıyordu. Ben de hareketi kendisine yapınca, mahkeme başkanı, Tuğgeneral Yaşar Selamoğlu, „Savcıya öyle hareket yapamazsın“ diyerek, beni neredeyse dışarı atacaktı. Ben savcının ne yaptığını söyleyince, atılmaktan kurtuldum. İşte böyle hatıralarımız olan savcı Demirağ ile karşılaştık “ayaküstü” sohbet durumunda kaldık. Yoksa bir yerlerde yemek yerdik.
Sohbetimiz esnasında Mahir Damatlar, Savcı”ya „Vicdanen müsterih misin?” diye sorduğunda „Şu anda Dev-Yol davasının mütalaasını da hazırlıyorum“ cevabıyla yetindi. Zeki Okunakol’un durumu hatırlatıldığında ise „Biz önümüze gelen evraklara göre hareket ederiz” diye cevap verdi. Biz de haksız uygulamaların Ülkücüleri bazı müesseselerden soğuttuğunu ve küstürdüğünü, bu vebalin de kimlere ait olduğunu takdir etmesini söyledik.
Kendisinin devlet memuru olduğunu ve vazifesini yaptığını iddia etti. Yalnız, savcılık ve mahkemedeki tavırları hiç de öyle devlet memuruna benzemiyor, düşmanlık kokuyordu. Mahir’in „İşkencelere siz de katılıyor muydunuz, hakkınızda böyle iddialar var“ demesi üzerine, „Benzetmişler, ben yoktum” diye cevap vermişti. Ben de kendisine, „İşkenceyi bizzat savcılığın yaptırdığını“ söylemem üzerine, „Peki sen olsaydın o zaman ne yapardın?“ anlamına gelen bir cevap verdi. “İşkence” konusu gündeme gelince, “Sizinle anlaşamayız“ diye yanımızdan ayrıldı.
Bizimle elbette anlaşamazlardı. Zira bizim nasıl mahkum olduğumuzu, ne şekilde ifadelerimizin alındığını biliyordu… Adalet terazisinin ne kadar eksik tarttığının da farkındaydı.
Benim işkence gördüğümde, başımda bizzat bir savcı vardı. İşkencelere dili ile değil, eli ile emir veren bir kişinin olduğunu hissediyordum. Bu da askeri savcılardan biriydi. Birçok arkadaşım da işkence anında tesadüfen askeri savcıları görmüşlerdi. Bu hususla ilgili iddialar MHP Davası tutanaklarında mevcuttur.
MHP ve Ülkücü Kuruluşlar Davası’nı gizli bir el çok güzel yönetmiştir. Devlet memurundan milyarder olursa, bunun altında iki şey vardır: Ya mirasa konmuştur, ya da bazıları yardım etmiştir. Yardımın karşılığı nedir? O memurun, makam ve mevkisine göre değişir. Bizim iddianamemizi hazırlayan başsavcı, Nurettin Soyer milyarderdi. Bu paralar, ona atadan kalmadığına göre, nasıl birikti, nereden geldi, kim verdi, çok merak ediyorum.
Ömer Lütti Mete”nin bir şiiri vardır:
“Ay doğar, gün doğar
On dolar, bin dolar
Sattılar ağam bizi sattılar
Sattılar, sattılaaar…”
Ben bu şiiri okuyunca aklıma hep çok kötü şeyler geliyor, ya sizin ???
Yaşar Yıldırım