HAFTASONU SOHBETİ
Dün gazeteci Müyesser Yıldız’ın duruşması vardı. Çıkan haberleri ilgi ile takip ettim. Gazetecilik sadece milletin haber edinme yollarından birisi değil aynı zamanda müesses nizamın da bir unsurudur.
Bu ülkede gazetecileri teröristlik, casusluk gibi suçlardan yargılamak olmadı haklarında kamu görevlilerine hakaret etti diye davalar açmak son yıllarda moda oldu. Adalet, bu konuda adeta iktidarın sopası olmuş vaziyette. Hapisteki ülkücü gazeteci Mustafa Gökkılıç ve Enver Altaylı’yı unutmayalım.
Sadece bu kadar mı? Gazetecilere yönelik tehdit ve saldırılara ne demeli… Kimin nerede saldırıya uğrayacağı belli değil. İktidarın gayrı meşru işlerine soyunmuş paramilitar güçler devamlı gazetecilere saldırıyorlar. Şöyle bir bakın sadece Yeniçağ Gazetesi’nin kaç mensubu bu tür saldırılara uğradı.
Televizyonlara verilen ekran karartma cezalarını, patronlarına yapılan baskılarla gazeteden tv.den fikir işçilerini attırmalarını hatta internet sitelerine konulan erişim yasaklarını… sayarsak sadece ekonomik değil basın özgürlüğü yönüyle de ülkemizin istenmeyen bir mecraya doğru sürüklendiğini görebiliyoruz.
Reform paketlerinin konuşulduğu anayasa değişikliklerinin gündeme geldiği güzel ülkem nasıl aydınlık yarınlara çıkacak? Anayasa değişikliği mi? Osman Oktay hocamın dediği gibi “Uygulanmadıktan sonra değişse ne olacak?” Yeni sistemin aksayan yönleri ile ilgili yapısal değişiklikler illaki yapılmalı fakat dünyanın en mükemmel anayasasını getirseniz de eğitimsiz, tarafgir yürütmenin elinde halkın huzurunu ve mutluluğunu sağlamayacaktır.
Boğaziçi’nde yaşananları, ülkemizin bilim alanında yaşadığı büyük sıkıntılardan birine neşter vurulmasına vesile olur diye bekliyorum.
Bilim bağımsız üniversitelerde gelişir. Üniversiteler ahbap çavuş ilişkileri ile alınan yüksek lisansların, çalıntı doktoraların, makam arzularını tatmin etmek isteyen besleme aydınların arpalığı olursa o ülkede bilim gelişmez.
12 Eylül sonrasında darbecilere ram olan ülkücümsü tiplere açılan üniversite kapıları onları belki prof yaptı ama ülkücü hareketin dejenere edilmesi için önce bunlar kullanıldı. Ortalıkta ülkücü olduğunu söyleyen o kadar çok akademisyen var ki merak ediyorum kaç tanesinin bilimde ciddi ses getirmiş, dünya çapında değeri olacak araştıması, çalışması veya eseri var?
Bugün de iktidara yakınlıklarını istismar vesilesi sayan gürühlar, yanaşma zihniyeti ile uyduruk yüksek lisans ve çalma doktoralarla köşe başlarını kapıyorlar. Dekan, rektör… oluyorlar. Bilimin haysiyeti ayaklar altında… İnanmıyorsanız tez bankasına girip 2000 li yıllardan bu yana yapılmış yüksek lisanslara ve doktoralar şöyle bir göz atın.
Bir diğer husus ülkemizde belli başlı ünüversiteler belli ekolların değil fikirlerin yuvası, karagahı olmuş durumdadır. Herkes kendi derebeyliğini kurduğu alanı ölümüne savunuyor. Boğaziçi de bundan azade değildir. Boğaziçi Üniversitesi’nden mezun olmuş bazı isimler vereyim: Ahmet Davutoğlu, Cem Yılmaz, Güler Sabancı, Nuri Bilge Ceylan, Pelin Batu, Teoman, Arzuhan Doğan Yalçındağ, Oya Eczacıbaşı, Defne Samyeli, Nagehan Alçı… Bunların hepsi üniversitelerine sahip çıkacaklardır. Bu üniversite farklı bir zihniyetin ama sanıldığı gibi komünist/bölücülerin değil Türkiye’de belki de “demokratik sol”un tek ve en eski akademik yuvasıdır.
Her zaman zıtların birliğine inanıyorum. Farklı zihniyetleri bu memleket için hizmette yarıştırmak daha güzel bir Türkiye için bilim üretmelerini sağlamak için gerekli. Zıtları bir biri ile dövüştürerek veya birini yok ederek bu millete iyilik değil zulüm edilmiş olur. Aynı muhalefetiz iktidarın ilahlığa özenip “ben ne istersem yaparım” havasına girmesi, yönetimin diktatoryalaşması gibi…
Son olarak “Osman Kavala denilen, Soros’un temsilcisi olan kişinin karısı(!) da provokatörlerin içerisinde yer alıyor” sözü ile ilgili olarak Sn. Cumhurbaşkanımızın düşünmeden sarfettiğini düşünerek “yakışmadı” demek istiyorum.
Hepinize sağduyu dolu iyi haftasonları diliyorum.
Recep Küçükizsiz
06.02.2021