YUSUFİYELİ KİMDİR?

YUSUFİYELİ KİMDİR?

Bir insan, hayatının en güzel çağında, yakınlarından ayrı, istikbali karanlık, dört duvar arasında, çok yönlü eziyetler altında ve sürekli maddi, manevi gerilimler içinde kalırsa ne halde olur? Bu sorunun cevabını herhalde en doğru bir şekilde yaşayanlar verebilir.

Emperyalistlerden kiminin organizesi, kiminin desteği, kiminin tasvibi neticesi karşı karşıya kalınan bir istila hareketine karşı, en mukavim direnme noktasını oluşturdukları için günün sıcak ortamında öldürülen, yaralanan, yurdunda-yuvasında rahat yüzü göremeyen, yerine göre her riski göze alarak savunma hareketlerini gerçekleştiren Ülkücüler, 12 Eylül sonrasında zindanlara doldurulmuşlardır. Burada, en azından normal bir hukuk devleti uygulaması beklerlerken, yetkililerin en acımasız tavırları ile karşılaşmışlar ve kendilerini „asıl düşman“ olarak değerlendirenlerin ezme gayretleri karşısında çelişkili ve dramatik bir ruh haline girmişlerdir.

Evet, sıradan birisi için burası belki bir hapishanedir ama Ülkücüler için „Yusufiye”dir, „Taş Medrese“dir. Burada, Ülkücü beşeri libaslardan sıyrılmıştır; dört duvar arasında birlikte yaşamaya mahkum edildiği komünistlerin ve bütün hayatı boyunca en güzel duygular besleyerek sevdiği „kurum ve kuruluş“lara mensup insanların, her şeyleriyle kefere ve fecere takımının en şiddetlileri olduğunu görmüştür.

Yusufiyeli, her yerde olduğu gibi küfrün temsilcileri karşısında başka her ismin, sıfatın ve yorumun ona vasıta olması gerektiğine inandığı Allah (c.c.) davasının hakiki bir temsilcisi ve bu mücadelenin hiç bir zaman mağlup edilemeyecek tarafı, zafer kalesinin en yüksek burcu olduğunu binlerce defa ispat etmiştir.

Orada sürekli okudular. Davanın, öncelikle kendi nefsi ile mücadeleden başladığını yeniden görerek, bu büyük cihadı yaptılar, deruni alemlerdeki seyr-ü seferlerini tamamlamaya çalıştılar. ıç murakabesini bitiren Yusufiyeli, bilinsin ki, zalimleri kendi zulüm çemberleri içinde boğacağı günü sabırla beklemektedir…

Dışarıdakine göre içeridekinin hali içler acısıydı. Objektif ölçülere göre öyledi gerçekten. Her zulmün üzerinde denendiği bir denek, hayata ait her şeyine sınırlar ve yasaklar getirilen bir mahrum, doğru-dürüst savunması yapılamayan mahkum, iç ve dış etkili odaklarca dünyanın en acaip yaratığı olarak gösterilen bir garip, bütün hürriyet kapıları kapatılmış bir tutuklu, kendisinin üç katı maddi imkanlar içinde yüzen kefereler karşısında zavallı bir düşkün, yapa yalnız bir mağdur; hülasa bir garip mahluktu Yusufiyeli… Tabii ki, dışarıdan bakınca…

Ama Yusufiyeliler orada gerçek mutluluğun ve hürriyetin ürperten hazlarını yakaladılar. Hakk aşkıyla coştular… Duvarların öte tarafındakilerin içinde bulundukları günah kaousunun ve hayvani hayatın, üzgün seyircisi oldular… „Dışarı“ onları bekleyen -kaçınılmaz günahların- işleneceği bir başka alem olarak her zaman korku veren yer oldu. ıpte veya daha önce başka bir şekilde, bu günahlardan Cenab-ı Hakk (c.c.)’ın inayetiyle kurtulan talihli arkadaşlarını gıpta ile andılar, vahyin şulelerini terennümle, dua ile onların ruhlarını şenlendirmeye çalıştılar. Yusufiyeli, bu fani dünyada çilesi devam ediyor olmakla, Yüce Yaratan (c.c.)’ın ona yüklediği vazifelerin şuuru içinde hep bugünlere hazırlandı…

İslamın sancaktarlığını asırlarca bırakmamış, Allah için yaşamış, Allah için ölmüş, bu şekilde Nizam-ı Alem’i gerçekleştirmiş büyük Türk Milleti’nin, aynı görevlerini yeniden ifa edeceğine inanmış evlatları olan Yusufiyeli Ülkücüler, dün kendi nefislerinde ve camialarında bunu gerçekleştirmek için çırpınan birer Alp, birer Eren iken bugün artık; Alperen olarak mücadeleye başlamak için işaret beklemektedirler…

Selam olsun o şanlı gaziye,
Selam olsun o şanlı maziye,
Mücadeleniz mübarek olsun,
Zafer silahları selam dursun.

Mahir Kadir Damatlar

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir