Bir gün Mehmet Ş. ile oturuyorduk. Yanımıza Mecidiyeköy taraflarında gazete bayiliği yapan ülkücü bir arkadaş geldi. “Komünistler falan sokakta toplanıyorlar. Orada üs kurdular” diye bize haber verdi. “Bir baskın yapılsa hepsi suçüstü yakalanırlar” dedi. Sonra da “Siz bunu benim ismimi vermeden polise bildirir misiniz?” diye sordu. Bunun üzerine Mehmet ile beraber İstanbul vali muavinini ziyarete gittik. Ona öğrendiklerimizi olduğu gibi anlattık. Bize hemen “bu bilgileri size kim verdi?” diye sordu. Ona “Bu adamın ismini verirsek öldürürler” dedim. Bana “Ya öyle şey olur mu? Siz devlete güvenmiyor musunuz?” deyince kararsız kaldık. Çünkü biliyorduk ki, bir kısım polisin bizzat kendisi katildi.
Mehmet “Tamam ismini verelim ama bu adamın başına bir şey gelirse bundan siz mesulsünüz” dedi ve adamın ismini verdi. Çok büyük bir hata yapmıştık. Gerçekten de o arkadaşımızı iki gün sonra şehit ettiler. Kendi arkadaşımızı ihbar etmiş, ölümüne sebep olmuştuk. Vicdan azabı içerisinde kıvranıyorduk. Mehmet ile tekrar vali muavininin yanına gittik. “Yediğiniz naneyi beğendiniz mi?” diye sorduk. “Size bunu anlattık, ikaz ettik. Bakın ihbarcı ortaya çıktı ve öldürüldü” dedik. Ne cevap verecek ki..? Sustu kaldı. Göz göre göre o arkadaşımızın ölümüne sebep olduk. “Alın bunu öldürün” demiş gibi olmuştuk. Kahrolmuştuk. Bunu haber yaptık ama bu gerçekleri bile yazamadık.
İki Yeğenim Şehit Oldu
1980 senesini Ağustos ayıydı. Gazetedeydim. O gün bana bir telefon geldi. Abimin çocuklarının vurulduğunu söylediler. Mehmet Bahattin ile Ali Muhittin Nariç şehit olmuşlardı. Yanımda yine Mehmet vardı. Kalkıp Gülhane Parkı’nın oradaki morga gittik. Muhittin’e dokuz kurşun isabet etmişti. Bu ne hırs, bu ne düşmanlıktı, bir mana veremiyordum. Bu olaydan altı ay kadar önce de abim böbrek yetmezliğinden rahmetli olmuştu. Yeğenlerim Mecidiyeköy, Gülbağı semtindeki babadan kalma bakkal dükkanını çalıştırıyorlardı. Ben de onlara babaları gibi sahip çıkıyordum.
Çocuklar ülkücü idiler ama esnaf oldukları için mahalledeki siyasi olaylara karışmazlardı. Bakkal dükkanının biraz aşağısı komünistlerin kurtarılmış bölgesi idi. Olaydan epey önce komünistler gelip bakkaldan haraç istemişler. Çocuklar beni telefonla arayıp “Amca ne yapalım” diye sormuşlardı. Ben onlara “İstedikleri paraysa verin, yoksa sizi orada yaşatmazlar” demiştim. Olay gününden birkaç gün önce polisler o bölgeye bir baskın yapmışlar. Bu arada bir kişiyi de gözaltına almışlar. O polisler sonra gelip yeğenlerimin işlettiği bakkaldan emniyete telefon etmişler. Bu olay komünistler tarafından görülünce ertesi gece kapılarına “ihbarcılara ölüm” diye yazmışlar. Sanırım bu polis baskınını bizim çocukların yaptırdığını düşünmüştüler. Aradan iki gün geçmemişti ki, komünist militanlar gündüz vakti bakkala gelip yeğenlerimin ikisini de kurşuna dizerek delik deşik ettiler. Sonradan olay yerine bakmaya gittiğimde bakkal dükkanının içinin kan gölüne dönmüş olduğunu görmüştüm.
(Kaynak : Türk Basınında Ülkücü Hareket – Hergün Gazetesi -1976 -1980 1.cilt)