“KAFİR”
Âsâf’ın mikdarını bilmez Süleyman olmayan,
Bilmez insan kadrini âlemde insan olmayan.
Diyarbakırlı Mehmet, inandığı gibi mi yaşadı ve o uğurda da can mı verdi, bilemiyorum. Onunla ilgili aldığım en son haber Nesim Malki cinayetine adı karıştığı için tutuklanmış ve daha sonra yargılaması devam ederken serbest bırakılmıştı. Hapisten çıktıktan sonra “Ben İstanbul’a avukatımı görmeye gidiyorum” diyerek evinden ayrılmış ve bir daha da kendisinden hiç bir haber alınamamıştı.
Mehmet kafası sarıklı, kara yağiz, uzun boylu bir arkadaşımızdı. MHP Bursa Bölgesi sanıklarındandı. İdamla yargılanmıştı. Öncesini bilenler mert ve dürüst bir ülkücü olduğunu ve mücadelenin içinden geldiğini söylerlerdi. Fakat gariptir, onunla ülkücülük hakkında çetin tartışmalar yapan, hatta bu sebeple de onun “kafir” ithamına maruz kalanlardan biriydim. Çünkü Mehmet cezaevinde birçok arkadaşımız gibi ülkücülükten kopmuştu.
Ceyhan Cezaevi’nde yatarken yanımızda Hüseyin’in de bulunduğu ve bizi dinleyen birçok arkadaşımızın şahidi olduğu bu tartışmalarımız saatlerce sürerdi. Mehmet bir ayeti ele alır ve ondan çıkardığını söylediği hükümle beni “ülkücülüğün küfür olduğunu” iknaya çalışırdı.
Bir defasında ona bir ayetin birçok yorumunun olabileceğini örneklerle ispat ettiğim zaman hiç sinirlenmeden sesini de yükseltmeden “Sen beyni yıkanmış, kalbi mühürlenmiş, sureta İslam, hakikatte kafirsin” demişti. Ben de ona aynı şekilde hiç sinirlenmeden “Bir adam din kardeşine, kâfir derse, bu söz ikisinden birine döner. Eğer böyle denilen kişi söylenildiği gibi ise söz doğrudur; yerini bulmuş olur. Aksi takdirde bu söz söyleyene geri döner.” şeklindeki Buhari hadisini hatırlattıktan sonra da tartıştığımız konuda ileri sürdüğü ayetin farklı yorumlarını okuyup bunları da kabul etmesini ve bir yorumun kesin bir hüküm olabilmesi için, Kur’an’ın diğer ayetlerine, sahih hadislere ve bunların işaret ettiği icmâ ve kıyasa da uygun olması gerektiğini örneklerle anlatmıştım.
Rahmetli bu tartışmadan kısa bir süre sonra kendi isteği ile Ceyhan Cezaevi’nden Bursa Özeltip’e naklini isteyerek gitti. Daha sonra biz de oradan Bursa’ya sürgün edildik.
Bursa’da ülkücülerden ayrılıp “Tecdid-i iman ederek İslam’a iltica edenler” kalabalık bir grup oluşturmuş, ayrı bir blokta kalıyorlardı. Mehmet ile birkaç kere karşılaştıysak da Ceyhan’daki gibi oturup sohbet etme imkanımız olmadı.
O zamandan aklımda kalmış birkaç küçük tespitim var. Birisi, Mehmet’in bütün saldırı ve suçlamaları Ülkücülüğümüzün, Türk milletini sevmek ve ona hizmet etmek olan esasını, Türklüğü millet kavramından çıkarıp ırk temelinde dayandıran bir mana yüklemesinden kaynaklanıyordu. Bunu bilerek ve Kürt olduğu için bir iç huzursuzluğu ile yapıyordu çünkü tepkileri tamamen psikolojikti.
Diger bir tespitim ise Mamak’ta okumak yasaktı. Kur’an bile epey sonra serbest bırakılmıştı. Hatta tecritlerde, okumak için askere Kur’anı vermesini söylerdik de, pencerenin önünde duran ve ismimiz yazılı olan kitabi verirdi. Epey bir müddet sonra tedricen kitap yasağı kalktı ama cezaevi ihtilalci, reformist, köktenci dini yayınların mezbelesine döndü. Herkes bunlardan etkilendi.
Bursa Cezaevi bu hususta çok daha bereketliydi. Hepsi sarık sarar, bir karış sakal bırakır hatta cübbeli ile gezenleri de vardı. Aramızdaki bu türlü saplantı içerisinde olanları Ehlül Behlül ve Hıfzul Mufsıl diye isimlendirmiştik. Bu gruplara girmek ülkücüler arasında maalesef moda olmuştu. Hatta Hıfz ul mufsıllar zaman zaman gazete ve dergilerinde bize hitaben beyannameler yayınlarlardı: “Biz, Cahiliye sapkınlıklarını terk ile ülkücülükten İslam’a iltica ettik, sizler de tecdid-i iman edip, İslam’a dönün…” diye..
Mehmet ortadan kaybolalı yirmi küsür sene geçti. Hala hakkında ölü mü sağ mı olduğuna dair kesin bir bilgi yok. Eğer öldüyse Mehmet’e Allah tan rahmet ve mağfiret diliyor, haklarımın hepsini helal ediyorum.
Recep Küçükizsiz