ALMANYA HATIRALARI -19

ZÜBEYİR KOÇ HOCA

Ertesi gün Zübeyir Hoca federasyonda misafirimiz oldu. Kâbe’nin kokusu hala üstündedir diye hepimiz sarıldık, o güleç yüzünü öptük. Bu altmış yaşlarındaki aksakallı dinç adam, federasyonun ilk hac kafilesinin başında gitmiş ve başarılı bir hizmet görmüştü. Bunu hocadan önce Almanya’ya dönen hacılarımızdan bizzat dinlemiştim. Mehmet ve Ali Hocaların da gerek burada hacı toplamak ve gerekse Mekke’de hacıları sevk ve idare etmek hususunda emekleri çoktu.

Türkmen başkan Zübeyir Hoca ile kısa bir görüşme yaptıktan sonra federasyondan ayrılırken bana “Mainz’de Zübeyir Hocayı üzmüşler, konuyu halletmeye çalış, onu kaybetmeyelim” dedi. Tatlı dilli, güzel sözlü Zübeyir hocanın namını yıllar önce Diyanet’te görev yaparken “tabancalı müftü” olarak adı çıktığında duymuştum. Hoca Mainz teşkilatında görev yapıyordu ama federasyon onu hac işleri için görevlendirince Almanya’yı şehir şehir gezmek mecburiyetin kalmış, bu arada Mainz teşkilatı da yerine bir imam daha getirmişti. Şimdi “Biz sana niye maaş verelim” diyerek hocayı kapı dışarı ediyorlardı. Dolayısıyla onun üstün hizmetlerinin karşılığı bu muamele olmuştu. İlk defa gördüğüm Hocaya kanım kaynamıştı. Kendimi onun yerine koyarak dinledim. Yapılan büyük bir ayıp ve haksızlıktı. Hoca efendiyi, bu konuyu halledeceğimizi söyleyerek gönderdim.

Hemen Kenan Amcayı bulup Zübeyir Hoca hakkında geniş bilgi aldım. Bana onun savaş sırasında Kore’ye tabur imamı olarak gittiğini ve İslam’ın orada yayılmasına vesile olduğunu anlattı. “Vallahi Recep bey bu adam zamanımızın evliyasıdır, insanlar değerini bilmiyorlar” diyerek onun varlığının ülkücü hareket için güzel bir nimet olduğunu belirtirken, duygulanmış, gözleri yaşarmıştı.

Nadir ve o sıralar iş yerinden izinli olduğu için federasyonda bize yardımcı olan Abit Abi ile bir istişare yaptık. Neticede bazı hususlarda kararlar aldık. Birincisi bu ayıp aslında federasyonundu. Çünkü onun maaşını özel hizmetinden dolayı federasyon vermeliydi. İyi ama biz bu parayı nasıl verecektik, durumumuz ortadaydı. Hemen Mainz’e gidelim onun bu yakışıksız durumunu oranın yönetimi ile görüşelim ve bu arada itibarını yükseltecek şekilde davranalım dedik. Ayrıca Zübeyir hocanın federasyonun Din İşleri Müşaviri olduğunu ilan edecektik. Birkaç gün sonra Abit Abi ile Mainz’e gittik. Teşkilatta bize gösterilen ilgi çok yüksekti ama konu Zübeyir Hocaya gelince hepsi tavır aldılar. Zübeyir Hocanın yokluğunda getirdikleri Kahramanmaraşlı Mehmet Hoca da orada çok sevilmiş ve benimsenmişti. Mehmet hocayı görevden almaktan vazgeçtik Onları hocanın içerideki birikmiş maaşlarını ve önümüzdeki iki ayın maaşını da ödemeye zorla da olsa ikna ettik.

Bu arada teşkilatta tuhaf bir de dedikodu çıkarmışlar: “Türkmen başkan camiye karşıymış” Abit Abi konuyu bildiği için bir fırsatını bulup bana bununla ilgili bildiklerini aktarıverdi. Meğerse bu teşkilatın oldukça yüksek miktarda birikmiş parası varmış. Bunlar yönetim olarak minareli, kubbeli bir cami yaptırmaya karar almışlar hatta şehir belediyesi ile irtibata geçmişler, mimarlara projeler çizdirmişler… Gel gelelim konu Almanya’nın yabancılara yönelik sosyal politikası ile pek uyuşmadığı için belediye onların yer almalarına karşı çıkmış. Kendi gösterecekleri ve 49 yıllığına kiraya verecekleri bir yere ve onaylayacakları bir projeye göre cami yapılmasına müsaade etmiş. Türkmen başkan ise milyonlarca Mark harcanarak yapılacak mülkiyetine sahip olunmayan bu caminin Alman siyasilerin keyfi kararlarına maruz kalacağını izah etmişse de bu arkadaşlar anlamamışlar veya anlamak istememişler. Dolayısıyla “Türkmen başkan camiye karşı..!” demeye başlamışlar. Onları üzmeden, kırmadan ve karşımıza almadan dilimiz döndüğü ve elimizden geldiği kadar işin doğrusunu anlatarak yanlış anlaşılmayı düzelttik.

Mainz dönüşü Türkmen başkana gelişmeler hakkında bilgi verdik. Onun Zübeyir hoca hakkındaki düşüncesi emekli Müftü olduğu için idari konulardaki bilgilerini değerlendirelim, federasyonda din işleri ile ilgili bir bölüm oluşturalım şeklindeydi. Bunun için birkaç kere Mainz’e gittim Zübeyir hocadan neler yapmamız gerektiği hususunda bilgiler aldım. “Hocalar federasyona bağlı olursa teşkilatları kontrol etmek kolay olur” diyordu. Bunu çok ciddiye aldım. Önce federasyona bağlı camisi olan dernekleri ve hocalarını tespit ile işe başladım. Kimisi daimi, kimisi üç aylarda veya ramazanlık gelen hocaları belirledim. Hocaların özlük haklarını korumak için sicillerini tutmaya giriştim. Dernekler artık federasyondan habersiz hoca getiremeyeceklerdi. Maaşları bir standarta bağlanacaktı. Hastalık, lojman ve izin hakları gibi hususlar federasyonun teminatında olacaktı. Türkiye’den vasıflı hocalar getirmek için parti Genel Merkezi’nde Mehmet Irmak abi ile irtibat kurdum. Artık tavsiyeli hocaların bilgileri bize Ankara’dan faksla gönderiliyordu.

Görevlendireceğimiz hoca ile gelmeden önce görüşüyor Zübeyir hocanın öğrettiği sorularla onun hangi teşkilatta hizmetinin daha uygun olacağını kestirmeye çalışıyordum. Federasyona karşı sorumluluklarını da belirttikten sonra gideceği teşkilatın başkanına yönlendiriyordum. Bu şekilde o dönem Zübeyir hocanın sayesinde oldukça iyi bir başlangıç yaptık. Çok değerli ülkücü hocalar bularak teşkilatların dini ve siyasi faaliyetlerini artırdık. Tabii arada olumsuzluklarla da karşılaştık. Muskacılar, sarkıntılığa tevessül edenler, porno film seyredenler, başka bir camiden üç kuruş daha fazla para teklif edilince bırakıp gidenler, cemaatimizi dolandıranlar vs… Mübarek Ramazan’da bunları anlatmak istemiyorum. Yalnız bazılarının dövüldükten sonra ilk uçağa bindirilip Türkiye’ye gönderildiğini söylersem sanırım konu anlaşılır.

1964-1966 yılları arasında Üsküdar Türkçüler Derneği’nde seminerler veren, Yüksek İslam Enstitüsü’nün ilk mezunlarından olan, şehidimiz İlhan Darendelioğlu’nun Toprak Yayınları’nda birçok kitabı çıkan, 1971’de müftü iken siyasi beyanat ve faaliyetleri sebebiyle TBMM.de hakkında soru önergesi verilen Zübeyir Hocam, emekli olduktan sonra Almanya’ya imamlık yapmaya gelir. Başka kuruluşların camilerinde çalışırken Türkeş’ten aldığı emir üzerine federasyonda ülkücülerin saflarına katılır. Ondan bizzat dinlediğim bir anı ile bu faslı kapatıyorum:

“Kore’ye gittim, ama tek imam değildim. Trabzonlu, benden epey yaşlı bir başimamla beraber görev yapıyorduk. Kısa süre sonra fark ettim ki, burada müthiş bir misyonerlik faaliyeti var. Her millet papazlarını da getirmiş. Kumandanla görüşüp biz de başladık. İlk hedefimiz esir aldığımız ve esaretten kurtardığımız kimselerdi. Bunların kaldıkları çadırlara gider, bir tercüman vasıtasıyla bunlara tebliğ ve davette bulunurdum. Zamanla bize gönlü ısınanlar oldu. Bunları eğiterek Müslüman olma aşamasına getirdik. Fakat Başimam “sünnet” diye tutturdu. Adamlar Müslüman olacak ama sünnet olmaya korkuyorlar. Başimama iyice kızdım, hatta bir birimize darıldık. O sıralar Kurban bayramı geldi. O hutbeyi okuyacak, namazı ben kıldıracaktım. Hoca efendi hutbeye çıktı. Başladı “Kurbanın dişi eksik olmayacak, boynuzu kırık olmayacak, zayıf ve hastalıklı olmayacak…” anlatıp gidiyor. Kumandan sinirlenmiş halde kalktı “Hoca Efendi harp meydanındayız. Bak karşındaki kurbanların hepsi koç yiğit… Bırak bu lüzumsuz lafları da maneviyatımız artıracak iki kelam et” dedi. Tabii o günden sonra hoca efendi gözden düşmüş oldu. Ben de kendi başıma hareket etmeye, çok rahat çalışmaya başladım. Allah nasip etti, çok insanın hidayete ermesine vesile oldum”

2009’da Samsun’da vefat eden hocama Allah’tan rahmet diliyorum. Ruhu şad, mekanı cennet olsun.

Recep Küçükizsiz, Adanalı olup ilk ve ortokulu memleketinde okudu. Adana Erkek Lisesi'nde başlayan lise tahsilini Kadirli ve Antakya'da okuyarak tamamlayabildi. Ülkücü olduğu için 3 kez hapse girdi. 12 Eylül darbesinden sonra tutuklanıp MHP ve Ülkücü Kuruluşlar Davası'nda yargılandı. Alparslan Türkeş ile birlikte idamı istenen 220 ülkücüden birisiydi. Mamak Mahkemeleri'nde "iki idam, bir müebbet hapis" cezasına çarptırıldı. Adana, Mamak, Gaziantep, Bursa, Bayrampaşa gibi cezaevlerinde 11 yılı aşkın hapis yattı. Cezaevinde İktisat fakültesini bitirdi. 1991 senesinde, "Şartlı Salıverme Kanunu" gereği serbest bırakıldıysa da Yargıtay'ın "her idam cezası için 10 yıl yatılacak" şeklindeki kararı üzerine Almanya'ya iltica etti. Uzun yıllar Avrupa Türk Federasyonu'nda yönetici olarak görev yaptı. Evli ve dört çocuk babasıdır. 2000 senesinde çıkarılan ve kamuoyunda "Rahşan affı" olarak bilinen kanundan "Cezaevlerinde yatan üç-beş çapulcu için hükümeti bozamam" diyerek Ülkücülerin faydalanmasını engelleyen Devlet Bahçeli'ye tepki olarak Yusufiyeliler Hareketini başlatıp, haksız bir şekilde cezaevlerinde yatmakta olan arkadaşlarının sesi oldu.

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir